28 Şubat 2012 Salı

MUTSUZ İNSAN

BANA GÖRE

Mutsuz insan;
- Aradığı mutluluğun bir gün ansızın karşısına çıkmasını beklemekten başka hiç bir gayreti olmayan insandır.

Mutsuz insan;
- Adına hayat denen devasa nehirde sürekli akıntıya karşı kulaç atarken, akıntının önü sıra kahkahalar atarak yanından geçip giden insanların mutluluğuna gıpta etmekle ömrünü boşa tüketen insandır.

Mutsuz insan;
-Sürekli olarak aradığı tek şeyin mutluluk olduğunu söyleyip, o mutluluğun küçücük bir ışığını gördüğünde korkudan gözlerini sımsıkı kapayarak o ihtimalden koşarcasına kaçarken etrafındaki yoz yüreklere çarparak hem kalbini hem de ruhunu yaralayıp kendini acılar içinde bırakan insandır.

Mutsuz insan;
-Yaşanıp bitmişliği ile hiç bir riski olmayan geçmiş güzel günlerin özeti ile yarım yamalak bir mutluluk yanılsamasına razı olarak kaypakça kendini avutup sürekli geçmişte yaşayan insandır.

Mutsuz insan;
-Kalbi ile onu seven kalp arasındaki mesafeleri kaldırmak yerine her ikisi arasına keşkelerden bir duvar ören insandır.

Mutsuz insan;
-Yarını görüp göremeyeceğini bilmediği halde yarınların olası zorluklarından korkup "mış gibi" yaparak sadece ve sadece kendini kandıran insandır.

Mutsuz insan;
-Aynaya her baktığında kendini olduğu gibi değil hayal ettiği gibi gören insandır.

Mutsuz insan;
- Kendini seven kalp " hayatım da bir çok eksik var ve sanırım ben var oldukça hep bir veya daha fazla eksiğim  var olacak" dediğinde,
" İnsan olanın eksikleri hep olmuştur ve olacaktır, hangimiz her şeyi ile tamam ki. Her şeyi ile eksiksiz olsa insan ne farkı kalır eksiksiz olmasına rağmen yapayalnız olan Tanrı dan" diyerek kadere meydan okuyacak cesareti olmayan insandır.

METEHAN_DERİNDENİZ / ŞUBAT 2012

17 Şubat 2012 Cuma

AŞK ZEHİRLİ BİR SARMAŞIK TOHUMUDUR

AŞK; zehirli bir sarmaşık tohumudur.
Sıkıca tutunarak dört mevsim esen sevda rüzgarlarının kanatlarına,
karışır gizlice, kendi halinde yaşayan insanlar arasına...
İçine ekileceği savunmasız yürekler arar sinsice. Arar yılmadan yorulmadan.
Bulur eninde sonunda doğru kişiyi, Tanrı vergisi yeteneği ile yanılmadan.
Umulmadık bir anda girer sırça köşkün kapısından,
Kuruluverir baş köşeye o yüreğin sahibinden izin alma gereği duymadan.
Ve beklemeye başlar,
yakıp küle döndüreceği aşığın sevgiliyi ilk kez gördüğü o kutlu anı.
Bekler kendini çimlendirerek vuslata erdirecek güneş olan o gözlerin ışığını.

GÖZLER; inci tanesidir.
Yaşar kendi halinde,
hayat denizinin derin sularındaki istiridyenin içinde.
Yaşar,
ta ki gözü kara aşık o derin sulara dalarak onu bulup çıkarana kadar.
O gözler ki,
gökyüzünün en uzak köşesindeki yıldızdır her biri.
O gözler ki,
belli belirsiz parlar,
aşığın karanlık gecesinin sabahına o güne kadar doğmuş en güzel,
en parlak, en yakıcı güneş olup doğana kadar.

Zaman gelip saatler vuslata erdimi,
gözler süzülerek sessiz sedasız girer aşığın sırça köşkünden içeri,
ve ısıtmaya başlar zehirli sarmaşık tohumu olan aşkın yürekte ekildiği yeri.
Şimdi o gözler ne yıldızdır ne de inci tanesi.
Şimdi o gözler İsrafil'in üfürdüğü SUR'dur, aşığın içindeki kıyameti başlatan.
Şimdi o gözler intahar bombacısıdır,
hem kendini hemde aşığı yok edecek o zehirli tohumun kabuğunu patlatan.
Bu zehirli tohumun dikenli kökünü çıkararak kabuğundan,
yumuşacık yüreğe sapladığı o ilk andan sonra,
yürek artık yürek değil, hiç durmadan kanayan bir yara,
o yarar ile yaşamaya başlayan ise ya MECNUN'dur ya da LEYLA!
Adı ne olursa olsun,
aşk sarmaşığının zehri yürekte başladı mı dolu dizgin ilerlemeye,
esareti altına alır her şeyi başlar kendi hükmünü sürmeye.
Baştan aşağı değiştirir aşığın vücut kimyasını,
kurutur çöle döndürür yemyeşil dünyasını.
İkliminde bilinen hiç bir kural, hiç bir kaide işlemez,
yerle bir eder kurulu düzeni, hatır gönül dinlemez.
Artık aşığın aklı mağlup olmuş, aşkın eline geçmiştir bütün dizginleri.
Bu yüzdendir görenlerin aşığı deli divane zannetmeleri.
Bu yüzdendir kalbinin peşinde çöllere düşen KAYS'a "MECNUN" demeleri.
O artık bildiğimiz tanıdığımız kişi değil başka bir alemin varlığıdır.
Küçücük kalbinde taşıdığı, dünyanın yükü paylaşılamyan en büyük ağırlığıdır.
Günden güne sardığı için bu zehirli sarmaşık aşığın her yerini,
Görmez olur koca alemde sevgiliden başka hiç bir şeyi.
Gördüğü her şey sevgilinin yüzü olur, duyduğu her ses sevgilinin sesi.
Yaşayamaz, nefes alamaz sevgilinin olmadığı yerde.
Bu yüzden Mısır'ın altın kubbeli saraylarında günden güne solan ZÜLEYHA,
filizlenerek yeniden hayat bulur, YUSUF'un küflü, güneş girmeyen zindanında.
Aşığın yürüdüğü her yol sevgilinin yolu,
dokunduğu her şey sevgilinin bir uzvudur.
Bu yüzdendir FERHAT'ın dağlara bunca meyli,
bu yüzdendir imkansızla akıllara durgunluk veren cengi.
Çünkü aştığı her dağ ŞİRİN'in zülfünün bir teli,
o dağlarda çağlayan köpüklü sular ise o güzeller
güzelinin bembeyaz elleridir.
Gel gör ki,
KEREM, merhem sanırken zehirli sarmaşığı, içine düştüğü aşkın narına,
şarmaşık çoktan sömürmeye başlamıştır,
onun sınırsız hoşgörü ve sevgisini önüne geçilmez bir aç gözlülük ve hırsla.
ASLI, umutsuzca çırpınırken paramparça olacağını bilmeden eninde sonunda,
sarmaşık gününü gün etmektedir onun kalp otağında.

Son bulur nihayet bir bakışla başlayan bu büyük istila,
sarmaşığın aşığın vücudunda ulaşmadığı yer,
zehrini bulaştırmadığı hücre kalmayınca.
Şimdi kupkuru bir ağaçtır aşıktan geriye kalan,
viran dallarına baykuşlar konan.
Şimdi iki yüreğin külleridir aşktan geriye kalan,
bir mum gibi ağır ağır yanarak eriyip, kendi ateşi ile yok olan.
Şimdi bir masaldır tüm yaşananlar,
hayranlıkla anlatılarak, dilden dile nesillerce dolaşan.

Velhasılı kelam;
yaşıyor yüreğine gizlice ekilen bu zehirli tohumla her insan,
kendi güneşini görene kadar varlığından haberdar olmadan.
Farkına varınca da iş işi çoktan geçmiş oluyor, kaçamıyor o zehrin gazabından.

Şimdi; bu yazıyı okuyupda hala varsa içinizde
"olur mu canım aşk güzel şeydir" diyen, kendi bilir...!
Söylemedi demeyin; ne zaman çimleneceği belli olmayan
bu "ZEHİRLİ SARMAŞIK TOHUMU"
Tanrının yarattığı her yürekte ekilidir...
 
metehan_derindeniz / aralık 2011
 

3 Şubat 2012 Cuma



Hak edenle etmeyeni koydun mu aynı yere,
Beş para etmezlerin hoyratlıklarına maruz kalarak
Kırılıp binlerce parçaya bölünüyorlarmış meğer kıymetli olanlar,
Kıymetlerinden zerre kadar bir şey kaybetmeseler bile.
O işe yaramazlar sırf benim hayatımdalar diye
Saberederek her bencilliklerine,
Beni sevip, bana değer verdikleri için beni yürekten sevenler
Sessizce üzülüyorlarmış meğer ben üzülmeyeyim diye..!
Ah ben ah...!
Tanrı şu aptal kafamı gövdemden ayırsa da
Cehenneminin orta yerinde cayır cayır yaksa
Ne arar ne sorarım sonsuza kadar öyle akılsız başı bir daha....

metehan_derindeniz / şubat 2012

2 Şubat 2012 Perşembe





NEYE DOKUNSAM SEN OLUYOR, NEYE BAKSAM SENSİN

Neye dokunsam sen oluyor, neye baksam sensin.
Gördüğüm her yüz senin yüzün, duyduğum her ses senin sesin oluyor.
Bazen, kurumuş bir gül olup ansızın düşüveriyorsun,
çoktan unutulmuş bir romanın sararmış sayfaları arasından.
Bazen de, sarmaş dolaş bir begonvil olup,
eflatun çiçeklerinle göz kırpıyorsun,
ağaç panjurlu eski evlerin güneşe sevdalı balkonlarından.
Bazen bir çift martı kanadı olup, masmavi gökyüzüne havalanıyorsun,
yüksek binaların kahverengi çatılarından.
Bazen de bir sokak kedisi olup, ansızın yere atlıyorsun,
yıkık dökük bahçe duvarından.
Bazen bölünüp milyonlarca parçaya,
geceleyin göz kırpıyorsun gökyüzünden,
bazen de ışıl ışıl yakamoz olup ağlara doluyorsun deniz üstünden.
Bazen rüzgar olup fersah fersah içime doluyorsun,
bazen de yağmur olup, saçaklardan yüreğime damlıyorsun.
Bazen bir ağaç gölgesisin ağustos sıcağında,
bazen de yapayalnız bir uçurtmasın,
takılıp kalmış aynı ağacın dallarına.
Bazen çiğ tanesisin, yeni açmış bir gülün kadife yaprağında.
Bazen de duru bir su damlasısın,
yol kenarındaki eski çeşmenin kararmış pirinç kurnasında.
Bazen üzerine adını yazdığım bir buğu oluyorsun penceremin camında,
bazende minicik gövdesiyle yuvasına ekmek kırıntısı taşıyan bir karıncasın,
aynı pencerenin pervazında.
Bazen çikolatalı dondurmasın,
küçük bir çocuğun sımsıkı tuttuğu külahında,
bazen de her ısırıkta ufalanarak yakasına dökülen bir kağıt helva...
Bazen bir ıslık oluyorsun dudaklarımda, bazen de bir sigara.
Bazen koyu yeşil şişedeki kırmızı şarabın doyumsuz tadındasın,
bazen de ince belli bardaktan içtiğim demli çayın son yudumunda.
Bazen mızrapsın, aşka sürgün bir tamburun kalp otağında,
bazende nefessin, ateşe pervane olmuş bir neyin yedi delikli sofasında.
Bazen NİZAMİ'nin kaleminden bir sayfasın,
bazen de SADİ'nin dudaklarından bir mısra.
Neye dokunsam sen oluyor, neye baksam sensin;
bazen karanlığın göğsüne saplanan kızıl bir şafaksın uzuak ufuklarda.
Bazen de kaçılmaz bir tuzaksın,
seher vakti ansızın çıkıp gelen yalnızlığa yenik düştüğüm akşamlarda.
Bazen çiçek yüklü bir baharsın, kuşanıp binbir rengini,
korkusuzca ölümün üzerine yürüyen.
Bazen de kılıcı keskin acımasız bir zemherisin
dört bir yanı bembeyaz kefene bürüyen.
Bazen yalnızlığımsın,
suskun kalıp sadece seni düşünmekten ölesiye keyif aldığım.
Bazen de en mutlu kalabalığımsın,
herkes beni yapayalnız sanırken,
doyasıya yaşadığım en güzel başbaşalığım.
Bazen abı hayatsın, içimden, yüreğimin ta derinlerinden
sessiz sedasız akan,
bazen de yekpare çelikten bir hançersin,
o yüreğe saplanıp öylece kalan.
Bazen, gönülden sımsıcak bir merhabasın,
bazen de göz yaşlarının yanaklardan gizlice süzüldüğü acı bir veda.
Neye dokunsam sen oluyor, neye baksam sensin;
farkında olsan da olmasan da...

metehan_derindeniz / eylül 2008




Yalnızlıktan korkan dostlarım diyor ki bana;
Bu gidişle yalnız öleceksin, cesaretini topla,
Kendine yalnızlığını paylaşacak birini ara...
Halbuki hiç biri bir kez olsun getirmiyor ki aklına,
Ömrünce kalabalıklarda yaşasan da,
Yapayalnız kalacak değilmisin eninde sonun da,
O kalabalıklar seni koyup da gidince mezara...?

.......metehan_derindeniz / 2010