15 Aralık 2012 Cumartesi

UZUUNCA 1 SORULAR




UZUUNCA 1 SORULAR

   Ölünce herkes kendi verecekse kendi hesabını, yaşarken neden kendince yaşayamıyor hiç kimse kendi yalnızlığını illa ki bize değer verdiği için çoğunlukla kıymeti bilinmeyen ya da kıymet verdiğimiz için zerre kadar yanında değerimizin olmadığı birileri mi olmalı etrafımızda ya da ne biliyim peşinden mi koşulmalı birilerinin aşk uğruna, yalvar yakar mı olunmalı, yağmurlu bir akşamda umursamazca yüzümüze kapanan kapının sokak tarafın da mı kalınmalı sırf sevdiğimiz için ve tam da şu uzun cümlenin sonunda olduğu gibi cevabını çok iyi bildiğimiz bir soruyu cümleleştiren kelimeler dizisinin ensonuna usulen soru işareti mi konulmalı?
ve
Neden hep bir soru ve ardına düşülecek bir cevap döngüsü olmak zorunda şu adına hayat dedikleri?

metehan_derindeniz...16.12.2012

   

İNSAN OLMAK NASIL BİR CEZADIR






   Bir gün muhakkak öleceğini bildiği bir evlada sahip olmak için deli gibi çırpınan ve doktor doktor dolaşan "Adem"i; nasıl olsa evladının kendisinden sonra öleceği ve acısını görmeyeceği düşüncesinden güç alıyordur diye anlamaya çalışırken, zavallı " Metin" in onaltı yaşındaki evladını kurtarmak için doktor doktor dolaşıp sonunda o evladı o yaşında toprağa verirken çektiği acıyı yüzünden satır satır okumak insan olmanın bir neticesi ise,

 İNSAN OLMAK NASIL BİR CEZADIR BİLEN VAR MI ALLAH AŞKINIZA?

Metehan_Derindeniz....16.12.2012



  

  

30 Haziran 2012 Cumartesi

MEĞER

Meğer sevemek,
Ateşe atmakmış yüreğini kendi ellerinle
Mutluluk zannettiğin,
Kocaman süslü püslü bir kapıymış meğer
Bir tek gülüşle açılıveren uçsuz bucaksız bir kedere.
Ve yapayalnız kalmakmış sevmek,
Her gün sevdiğinle aynı şehrin ayrı kaldırımlarında yürüsen de.
Yüreğindeki umutlar kırılıp paramparça
Kelime kelime dökülürken dizelere
Söylemek başka zormuş susmak bir başka
Derdin nedir söyle diyenlere.
İşte şimdi söylüyorum;
Gökkuşağına sevdalandığım günden beri
Yürür oldum yağmura hasret sevda çölünde.
Bir kere dahi görebilmek ümidi ile
Kendi yağmurlarını yağdırıyor gözlerim
hepsi bu işte!

metehan_derindeniz  Temmuz 2012

17 Haziran 2012 Pazar

AŞKINI KALBİME GÖZLERİYLE SONSUZADEK MÜHÜRLEYEN SEVGİLİYE


“Sevdiğim, seni bunca sevmeye devam ettikçe bu kalbim,

 ve günden güne  güçlendikçe içimde sana olan sevgim,

 anlıyorum ki sadece sevmek yetmiyor sevdiğim.

 Ne kadar güzel şey varsa senden başka bildiğim

 ve ne kadar güzel şey varsa sana vermek istediğim,

 olmuyor;

 seni sevmek de dahil, hiç bir şeyi adam gibi beceremediğim için

 elim kolu bağlı, hiç birine gücüm yetmiyor sevdiğim. 

 Tanrı bilir ama şu kısacık hayatı hem seninle hem de sensiz  yaşayıp,

 dudağımda yarım bir cümle ile öleceğim;
SENİ SEVİ...................................................”
 
metehan_derindeniz....haziran / 2012



27 Nisan 2012 Cuma

ÇOK ÜZGÜNÜM AMA NE BANA NE DE O KADINLARA FAYDASI VAR...!

 "ANA" DOLU" da, bu dişi topraklarda,
  Ölmek mi daha zor dişi olmak mı?
  Kız doğmak, kız büyümek, yetişip serpilerek
  bir kocanın ya da bir sevgilinin hoyrat kollarında
  erkeklik ispatının aracı olmadan,
  hayvani şehvetin kirletmediği bir sevgiyle,
  "ana" olsa da olmasa da insan olmanın hak ettirdiği saygıyla,
  kadın olmanın verdiği naifliğin hak ettirdiği merhametle,
  yaradılış sebebinden dolayı daha yumuşak bir kalbi taşımanın hak ettirdiği anlayışla,
  sarıp sarmalanarak aşkın ısıttığı sımsıcacık bir göğste
  arzu ve istek ile kadın olmak mı zor,
  yoksa
  her yokluğu, her zorluğu birlikte göğüslediğinin
  günün birinde sebep ne olursa olsun asla haklı olamayacak bir nedenle
  göğsüne sapladığı o soğuk demirin ucunda ölmek mi?

  metehan_derindeniz / 27 NİSAN 2012

25 Nisan 2012 Çarşamba

İŞ EMİRSİZ (ACİL) MALZEME ALIM FORMU




HER DEM KEDERLİ YAĞMURUN
HER DEM PÜRNEŞE GÖKKUŞAĞINA VURGUN KALBİNE SİTEMİ

Dedi ki yağmur;
Ey aşkı ile ateşlere düştüğü kalbi,
Gece gündüz aşk ile tavaf eden kalbim,
Dur artık. Boşa harap etme kendini,
Ne yaparsan yap, boşuna. Değiştiremezsin kaderi
Ne kadar çabalarsan çabala,
Aşkla mutluluk asla olmuyor bir arada.
Tut ki adı ASLI olsa aşkın,
Mutluluk bir damla su olup düşmez,
KEREM'in yüreğindeki ateşe...
Tut ki adı LEYLA olsa aşkın,
Mutluluk yağmur olup yağmaz,
MECNUN'un göğsündeki uçsuz bucaksız çöle.
Söyle ey kalbim o halde;
Bu kaçınılmaz gerçeği göre göre,
Nedir seni bağlayan o reng-i aşkın gözlerine,
Böylesine çözülmez kördüğümlerle?
Hadi söyle, nedir seni sürükleyen
O reng-i hayalin peşine,
Her yaklaştığını sandığında,
Senden biraz daha uzaklaşacağını bile bile?

metehan_derindeniz / ekim 2011

22 Mart 2012 Perşembe

SANA GELDİM

"TANRI BENİ SENİ SEVMEK İÇİN YARATMIŞ SADECE"  başlıklı yazıda ki erekeğin teklifine kızın cevabı

                                                     SANA GELDİM

 “Sevgili; sensiz hayalet bir gemidir yüreğim, sürüklenir yakamoz  yüklü gözlerinin buğulu ufkunda. Ben demir atmak için çırpınırken gönlünün limanına, sen tutuşturup yelkenlerimi
ateş-i aşkınla, haritasız, pusulasız salıverdin beni adına aşk denilen fırtınalar okyanusuna...”


    Erkek söylenecek sözlerini söylemiş, sevda ile yolları çoktan ayrılmış yaralı ve yalnız bir yürek gibi, derin bir sessizliğin içinde yitip gitmiştir. Önceleri içine düştüğü bu dayanılmaz belirsizliğin orta yerinde kendinden bihaber  dursa da, zaman sonra kalbini sımsıkı saran bu umutsuzluk ve korku karışımı duyguya hazırlıksız yakalandığının farkına vararak, değil kıza, kendine dahi hissettirmemeye çalıştığı amansız bir telaşa kapılmıştır. Yüreği adeta paramparça olmuş ve her parça bir ateş topu gibi dört yana savrulmuştur. Her zerresi kıza duyduğu büyük sevgi ile alev alev yanan bu parçaların her biri umutsuzca Tanrıya yakarmaya başlamıştır. “ Bu durgunluk, bu suskunluk neyin alametidir Tanrım? Lütfen, bu suskunluk, bu durgunluk ebedi yalnızlığımın, adına ömür denilen  bitmek tükenmek bilmez zifiri karanlığımın habercisi olmasın. Lütfen beni onun derd-i aşkından mahrum etme, lütfen beni içinde onun aşkının olmadığı soğuk bir taş parçasını son nefesime kadar kalp diye taşımaya mahkum etme..!” Lütfen...! Kızın hala devam eden suskunluğu sanki asırlarca sürecekmiş gibidir, sanki bir daha hiç konuşmayacakmış gibidir. Suskunlukla, içinde oldukları an uzadıkça uzar. Suskunlukla artarak çoğalan aşk, erkeğin boynunu büküp, onu sabır ikliminin geçilmesi zor küçücük kapısından içeriye sokar. O kapı ki, yaratılan her kul muhakkak o kapıdan içeriye girer, öyle ya da böyle her kul sabır ikliminden geçer. Kimler o kapıdan girerken mağrur başını eğmedi ki, kimler o kapının önünde  saltanat tahtından inip zebun olmadı ki?  O sabır ki  erdemlerin en yücesi, o sabır ki peygamberlerin sünneti, o sabır ki  o nur tanelerinin ehli imana miras ettiği alem-i cihanın en kıymetli mücevheri. Sabır ki sevenin tek tutar dalı, sabır ki yürekte hiç durmadan kanayan yaranın tek ilacı...

    Sözler.. Şimdilerde görünürde olmayan sözler; ya kızın bıkıp usanılmadan milyonlarca kere  öpülesi dudaklarından, kınından sıyrılan bir cellat kılıcı gibi sıyrılıp erkeğin kalbine saplanarak her şeye bir anda son verecek ya da bitip tükenmek bilmeyen gecenin derin karanlığını yırtarak gelen güneş gibi yepyeni bir günü müjdeleyecektir. Her şey giderek ağırlaşmış ve koyulaşmış, yaratılıştan buyana  sürüp giden varlık, “LA” kapısından adımını atarak son nefesine ulaşmıştır. Kısacık da olsa böylesine seven için ne zor, ne bitip tükenmek bilmeyen bir bekleyiş..! Nihayet bu uzun bekleyiş, kızın  başını kaldırıp, yağmurdan sonra bulutların arasından  bir görünüp bir kaybolan gün ışığından çaldığı birkaç tutam ışık huzmesini içine hapsederek, yaprakların ucunda ışıl ışıl parlayan su damlalarını kıskandıracak güzellikteki gözleriyle erkeğin cevap arayan gözlerine bakmasıyla son bulur. Bakar ama çok uzun sürmez bu gönüller sadakası bakış. Yeniden önüne eğer başını yeryüzü  bahçelerinin en güzel çiçeği. Erkek de refleks olarak başını eğer, kızın gözlerini görmek ister ama göremez. Uzanır eli ile kızın çenesine dokunup başını hafifçe yukarı kaldırır, gözlerine bakar. Kız gözlerini kaçırır, sessizce yutkunur ve nihayet; çok uzak bir maziyi anar gibi durgun, yıllarca  umudun peşi sıra sürüklenen sahipsiz bir gönül gibi yorgun, konuşmaya başlar;
  “sevmek“ der  “ ne garip, ne zor şey, bilirim..! Hele de bir başına, aklın ile ayrı, yüreğin ile ayrı cephelerde cenk ede ede sevmek, yıllarca göğsünün karanlığındaki daracık hücresinde durmadan dinlenmeden çarpan o küçücük yüreğinin, boyundan büyük işlere kalkışarak olanca gücüyle artık içinde olduğu bedeni yaşatmaktan çok başka bir yürek için çarptığını bilmek ne garip, ne zor şey, bilirim. Her seferinde belki de sadece bir merhaba için uzanan bir elin dokunuşuyla başlayan yangının her ayrılıktan sonra biraz olsun küllenen ateşini, her yeni merhaba da yeniden tutuşturan o kıvılcımı özlemek, bir nefeslik mesafedeyken, asırlarca uzağındaymış gibi durabilmek, yüreğin alev alev yanarken ateşler içinde, bir buzdağı kadar soğuk ve sessiz kalabilmek ne garip, ne zor şey, bilirim..!  Yıllar önce sevdiğine  “kimi sevsem sen oluyor, hayret ! ” diyen şairin tütün kokulu sevda mısralarında, yıllar sonra satır satır kendi tütün kokulu sevdanı okumak, bir çift inci tanesinin, yüreğinin derinlerine ilmik ilmik işleyen ışıltısına kendince anlamlar yükleyerek, içinde kopan fırtınaların önü sıra düşler denizine bir başına  yelken açmak ne garip, ne zor şey, bilirim! Kimi zaman bir anne şefkati, kimi zaman bir baba sıcaklığı ve kimi zaman bir çocuk saflığı ile gizlice sevdiğin o yüreğin de gizlice  seni sevdiğini umut edip o umutla, aynı ateşli yolda birlikte ama birbirinden bihaber yürüdüğünü düşlemek ne garip, ne zor şey, bilirim..!.” der ve  yeniden susar. Birden bire gelip bir göz açıp kapama müddetinden daha kısa süren bu suskunluklar bitirip tüketmek üzeredir erkeği. Belki de o andan sonra kız hiç konuşmasa ne iyi olacaktır. Belki de zaman dursa, kainatın o muhteşem akışı bir son bulsa, belki de ” ömrümün sebebi” dediği o dudaklardan  İsrafil’in üfürdüğü "Sur"dan süzülen kıyamet  habercisi o ses gibi süzülecek o sözleri hiç duymasa ne iyi olacaktır. Ama ne çare ki, aşkı da aşığı da var eden Hak'kın, ateş-i aşkın narından halk ettiği  o dilber-i ala, önceleri aşığın  kalp otağına sıçrayan  bir şule iken, şimdi önüne çıkan her şeyi yakıp küle döndüren devasa bir yangına dönmüştür.  “madem ki” der kız erkeğin içinde giderek büyüyen o uçsuz bucaksız çölde, bir vaha mı yoksa bir serap mı olduğu hala  belli olmayan sesi ile  “madem ki Hakkın bir damla su ile yoğurduğu, sonunda yeniden toprak olacak bir avuç toraktan başka bir şey olmayan şu fani  cana canan deyip canından fazla kıymet verdin, madem ki sevmenin ne olduğunu böyle çetin yollardan geçerek öğrendin, belki de yana yana küle döneceğini bile bile İbrahim’in Hakka secde ettiği o ateşten gül-i zara benim için gönüllü girdin, şunu da bilmelisin; her ne kadar beni içinde, yüreğinde yüceltip bana taparcasına bağlansan da, canından vazgeçtiğin şu canım uğruna inandığın putları bir bir kırıp atsan da, doğrularımla, yanlışlarımla, günahlarımla, sevaplarımla, kendime yenik düşerek peşinden koştuğum zaaflarımla ben de  sadece bir insanım. Zamanla yüreğimden başka, sana olan sevgimden başka hiçbir şeyin aynı kalmayacağını, yıllar geçtikçe gözlerinin gördüğü gözlerimin, ellerinin tutuğu ellerimin, saçlarımın, gülüşümün, yüzümün, sesimin, sessizliğimin  bugün gördüğün gibi olmayacağını hiç unutmayacaksan, süresini sadece Tanrının bildiği şu kısacık ömrümüzün her anında, Kerem ile Aslı, Yusuf ile Züleyha, Hüsrev ile Şirin misali bizi biz yapan isimlerimiz arasına sonsuz kere ” ile”  koyup, içimde yüreğimde seni sevene kadar hep eksik, hep boş kalan yeri sadece kendinle doldurarak, beni tamamlayıp; benimle bir bütün olacaksan,

    Derim ki, sana geldim; yüreğindeki limana demir atmaya. Sana geldim; yangın bakışlarında alev alev yanarak tükenip, adımı her söylediğinde dudaklarında küllerimden yeniden doğmaya. Sana geldim; emanet olarak değil son nefesime kadar yanında kalmaya. Sana geldim; seni olduğun gibi kabullenen, seni her halinle seven bir insan olarak. Sana geldim ve sadece dudaklarımla değil yüreğimle  sana  EVET diyorum."                                                    
     metehan_derindeniz / mart-2012

10 Mart 2012 Cumartesi



TANRI BENİ SENİ SEVMEK İÇİN YARATMIŞ SADECE

“ Tanrı beni, seni sevmek için yaratmış sadece.
Ömrümce bir kerecik bile sana seni seviyorum diyemesem de,
Senden başkası zerre kadar yer bulamaz yüreğimde, sevgili diye...! “

Kararsız esen rüzgârın gücüne karşı koymaktan aciz olan her şeyin etrafta helezonlar çizerek uçuştuğu, ağaçlardan dökülen kuru yaprakların kalabalıkta çocuğunu kaybetmiş bir anne telaşı ile oyana buyana savrulduğu, solgun ve yorgun bir eylül öğleden sonrası. Azameti ile evrende ne kadar küçük ve ne kadar aciz olduğunu insanın yüzüne yüzüne vuran, alabildiğine derin, alabildiğine gri bir gökyüzünün altında, göğsünü arsız martıların didiklediği dalgalı denize doğru sessiz ve sakince uzanmış eski yıkık dökük bir iskele. İskelenin üzerinde bir erkek, sigara içmekte. Bir kız. Çok güzel bir kız... Güzelliğinin de fazlasıyla farkında. Attığı her adımda bastığı yeri güzelleştirip, cennet bahçesine döndürerek erkeğe doğru yürümekte. Belki, bu nasıl bir güzellikmiş böyle diyenleriniz olabilir; belki o kadar güzel değil kız, belki erkek, belki de bu yazıyı yazan abartıyor kızın güzelliğini gözünde. Belki de tam aksine; eksik kalıyor kızın güzelliğini anlatan her kelime. Yani her halükarda gerçeği öğrenmeniz mümkün olmayacak, kızı kendi gözlerinizle görmedikçe.
Neyse; kız, geceleri gökyüzünden deniz üzerine çağlayan yakamoz seli gibi başından omuzlarına dökülen saçlarından rüzgârın uçuşturarak yüzüne getirdiği birkaç tutam bukleyi eli ile kulağının arkasına saklamaya çalışarak, telaşsız adımlarla erkeğe doğru yürümeye devam eder. Bir fısıltı gibi belli belirsiz gelir, erkeğin karşısında durur. Bazen erkeğin yüreğine saplanan bir hançer, bazen de o yürekte açtığı yaraya neşter olan sesi ile; “Selam!” der. Erkek; “Merhaba, nasılsın? Kız; “İyiyim sen? Erkek; “ Eh işte!” der ve elinde duran nerdeyse yarılanmış sigarayı dudaklarına götürerek, kederli bir iç çeker gibi derin bir nefes çekip, yine derin bir solukla ciğerlerindeki dumanı dışarı üfürürken, baş ve orta parmağı arasına sıkıştırdığı sigarayı kuvvetli bir fiskeyle denize fırlatır. Avuçlarının içini iskelenin paslı demir korkuluğuna dayayıp sessizce gökyüzüyle denizin göğüs göğüse çarpıştığı simsiyah ufka bakar. Kız ömürler boyu seyredilesi güzelliği ve her biri ışıltılı bir su damlası olan gözleriyle erkeğe bakarken, incecik ve narin parmaklarıyla okyanus dalgası saçlarını düzene koymaya çalışmaktadır hala. Erkek az bir zaman sonra kıza dönüp, yüreğinde kopan fırtınanın,  dalga sesleri ve martı çığlıklarına karışan gürültüsünü bastırarak;
“- Bende, emanetlerin var, sana ait olduğunu bilmediğin emanetler. Onlardan haberdar etmek istedim seni.” Diye söze başlar. “- Emanet mi, ne emaneti? “ diye çarçabuk sözünü keser kız, çok da şaşkın değildir. Sanki erkeğin söz edeceği şeyi önceden biliyor ve bunu pek önemsemiyor gibidir. Erkek, kızın bu tavrından çok tedirgin olmuş, günlerdir yüreğine saplanıp öylece kalan ağrı artık dayanılmaz bir hal almıştır. Tam içindeki bu ağrıya yenik düşerek her şeyden vazgeçmek üzereyken, tüm gücünü toplayarak karşılaştığı umut kırıcı tutuma ve içine düştüğü bu can sıkıcı duruma rağmen kızın söylediklerini duymamış gibi sözüne devam eder; “ - Daha önce bir kez âşık olmuştum. Çok güzel, ama güzelliğince acı veren bir duygudur aşk. İnsan âşık olunca; bazen ateşler içinde kalarak alev alev yanar, bazen de tepeden tırnağa soğuyup, saçaklardan damlayan su gibi kaskatı kesilir, buz olur donar.
Mevsim bazen ilkbahardır aşığın içinde rengârenk çiçekleriyle, bazen de fırtınalı bir zemheridir, bitip tükenmek bilmeyen uykusuz geceleriyle. Tepeden tırnağa değiştirir aşk insanı. Herkesin, tanıdığı, bildiği birini alıp, hiç kimseni tanımadığı, bilmediği, anlamadığı ya da yaptığı şeylere anlam veremeyip deli mi bu dedikleri bambaşka birine dönüştürür. İnsan âşık olmadan önce etten kemikten bir bedenken, âşık olunca bir hayal olur, sıyrılır ruhu bedeninden ve sürüklenir Kaf dağına Zümrüt-ü Anka’nın kanadında kara bahtının peşinden.” der ve başını öne eğerek bir an sessiz kalır. Derin bir iç geçirip, her biri yüreğinde onulmaz yaralar açan gözlere bakarak devam eder; “ - Ama sevmek, sevmek öyle değil, o bambaşka bir şey. Sevmek insanı değiştirmiyor aşk gibi, gittikçe tanınmaz, anlaşılmaz, ulaşılmaz bir hale getirip olduğundan başka bir şeye dönüştürmüyor.”… Bir nefeslik kadar duraklar ve başı ile ağır ağır onaylayarak söze devam eder; “- Aşk gibi ateşiyle yakıp küle döndürmüyor sevgi. Aksine; can yakmayan kıvamlı harareti ile ağır ağır pişirerek gerçek bir insan yapıyor, çiğ insanı.” der ve sol elinin parmak uçları ile göğsünde kalbinin üzerine denk gelen yere hafifçe dokunarak devam eder; “ - Sevmek,  bir yanı hep yarım olan insanı bütünlüyor. İçinde bir yerde, hep eksik kalmış, hiç fark edilmemiş bir boşluğu dolduruyor. İnsan birine âşık olunca aşkını kalbinin en güzel, en hassas, en kırılgan yerine koyuyor ve onu sadece orada yaşatıyor. Oysa birini sevdiğinde tüm benliği ile sevip, onu sadece kalbinde değil vücudundaki tüm hücrelerinde yaşatıyor. İşte bu yüzden aşkı içinden söküp atabiliyor da insan, tüm benliğinden vazgeçmeden, sevdiğinden vazgeçemiyor hiçbir zaman.




Aşk, kimi zaman bir bakışla, kimi zaman bir gülüşle aşığı fethedip içinde yaşayacağı kalbe bir anda gelip, sorgusuz sualsiz yerleşiyor. Oysa sevgi öyle mi? “ kafasını hayır anlamında ağır ağır iki yana sallayarak;  “- O yerini; zamanla, emekle hak ediyor. İşte bu yüzden sevgi aşk gibi gelip geçici bir heves değil, ömürlük bir kıymet oluyor. Aşk, önceleri tatlı ve heyecan verici gelse de sonraları çok acı veren bir elemle içine yerleştiği kalbi ateşi ile yakarak küle dönüştürme ihtimali her an mevcut olan ölçüsüz bir muamma olmaktan öteye gidemezken, sevgi, en başından en sonuna kadar ölçüyü kendine dayanak noktası olarak aldığından, güvenen ve güven veren üslubuyla duru ve apaçık bir şekilde zamanla kendini geliştirip, yıkılmaz saltanatını güçlendiriyor. Aşk, bir anda saman alevi gibi parlayan yakıcı ateşinin gözleri kamaştıran o muhteşem ışığıyla aşığını adeta kör ederek, yürüdüğü yollardan bihaber hale getirip, onu sonu bilinmeyen bir maceraya sürüklerken, sevgi; gösterişsiz ama güçlü ışığı ile sevdalıların yollarını ışıl ışıl aydınlatarak onları sağlam bir mutluluğa taşıyor” der ve susar. Şimdi kız, gönderdeki bir bayrak gibi veyahut çok güçlü bir kamp ateşinden çatırdayarak sağa sola uçuşan minik köz parçaları gibi amaçsızca savrulan saçlarını unutmuş, bayram sabahlarına minicik yüreklerine arifeden çöreklenen büyük yalnızlığın dayanılmaz ağırlığı ile uyanan anasız babasız yetim çocuklar gibi sessiz ve derin bir hüzne bürünmüş, gözlerinde az bir zamandan beri soğuk esmeye başlayan rüzgârdan mı yoksa duyduklarından mı olduğu belli olmayan ıslak bir kederle simsiyah ufka bakmaktadır.
“- İşte,” der erkek, çok uzun zamandır yüreğinde tek başına taşıdığını paylaşmanın ferahlığıyla peşi peşine ekleyerek sözcükleri; “- bende artık her defasında sadece benim için değil, senin için de çarpan bir yürek var ki, seni sevdim seveli artık benim değil, bana senden bir emanet. İçimde bir sen var ki her soluğumda artarak çoğalan, ellerinden, gözlerinden, saçlarından, gülüşünden, dokunuşundan, sesinden, sessizliğinden, sevincinden, hüznünden oluşan bir sen, işte o sen bana emanet artık senden. İşte bendeki emanetlerin, bir kalp ve bir sen... Senden habersiz, yüreğinden habersiz sevdim seni, sessiz sedasız sakladım sevgini kimselere diyemeden. İstemezdim böyle senden habersiz olsun ama olmadı, yapamadım, söyleyemedim. Söylemeyi inan çok istedim. Kendimle çok mücadele ettim, çok denedim ama bir türlü; nice canların ömrünün baharında cemre olup cansız toprağa düştüğü kekik kokulu dağlarda, kahpe kurşunlar kusan çelik namlulara göğsümü hiç düşünmeden siper ederken bulduğum cesareti, içimdeki seni, sana anlatabilmek için bulamadım kendimde. Bulamadım çünkü kör bir kurşun  o soğuk çeliğin sessiz karanlığından, ateş olup, çığlık çığlığa kopup gelerek saplansa göğsüme olanca kiniyle, benden en fazla canımı alır. Oysa dudağından çıkacak tekbir söz, seni benden alır, ebediyen sensiz bırakırdı. İşte sırf bu yüzden diyemedim. Sensiz kalmaya cesaret edemedim. Sonra bir gün farkına varıp tiksindiren bencilliğimin, içimde sakladığımın yarısı benimse diğer yarısı da onun dedim kendime. Sessiz kalmak namertliktir, söyle sevdanı, duyacağın sözler ömrünün sebebi dudaklardan bir idam fermanı gibi dökülse de. Söylemeseydim, kendi kendime yaşasaydım, belki korktuğum o cevabı hiç duymayacak hep yanında olacaktım ama o zaman ben dünyanın en bencil insanı olarak içimdeki sevdayı tek başıma yaşarken, sen yüreğimde yaktığın bu ateşten bihaber, gönül sarayımdaki Kâbe’de taptığım bir put olarak kalacaktın. Oysa sevmek bencilliği yenmektir, oysa sevmek sevdiği uğruna putları bir bir kırıp ateşlere gönüllü girmektir. İşte şimdi biliyorsun.” der ve kızı omuzlarından tutarak kendine döndürür. Her birinden inci tanesi parlaklığında damlalar süzülen gözlere bakarak kendinden oldukça emin bir şekilde;
“- biliyorum ki ...”der, yüreğinin ta derinlerden kopup gelen bir şefkat ve yepyeni bir bahar gibi tazecik nefesle süslediği sesiyle;  “- Biliyorum ki;  ne korkak, ne de kahramanım, günahlarıyla, sevaplarıyla, sadece insanım. Biliyorum ki; yaşadıkça, mutlu günlerim olacak, gözlerimden akan yaşlar, göğsümde çiçekler açtıracak. Biliyorum ki; acı günlerim de olacak, bu kez aynı yaşlar; yüreğimi dayanılmaz acıtacak. Biliyorum ki; ömrümün, inişleri, çıkışları olacak. Yaşamak; kimi zaman taşınmaz bir yük, kimi zaman da kuştüyü kadar hafif olacak. Tüm bunlardan başka, bir şeyi daha biliyorum ki sen de istersen ve bana “EVET” dersen, ne zaman biteceğini sadece Tanrının bildiği şu bir kerelik ömrümün geri kalan tüm sabahlarına senin gözlerinde uyanmak ve günü geldiğinde son uykuma yine senin gözlerinde  dalmak istiyorum?



metehan_derindeniz / 2010

8 Mart 2012 Perşembe





















SEN BANA HİÇ GELMEDİN Kİ

Sen bana hiç gelmedin ki sevgili,
Hiç gelmedin!
Sevmek,
Sevilip mutlu olmak değilmiş meğer niyetin.
Sadece sevildiğini,
Hem de herşeyden çok sevildiğini bilmekmiş istediğin.


metehan_derindeniz / 08 mart 2012

28 Şubat 2012 Salı

MUTSUZ İNSAN

BANA GÖRE

Mutsuz insan;
- Aradığı mutluluğun bir gün ansızın karşısına çıkmasını beklemekten başka hiç bir gayreti olmayan insandır.

Mutsuz insan;
- Adına hayat denen devasa nehirde sürekli akıntıya karşı kulaç atarken, akıntının önü sıra kahkahalar atarak yanından geçip giden insanların mutluluğuna gıpta etmekle ömrünü boşa tüketen insandır.

Mutsuz insan;
-Sürekli olarak aradığı tek şeyin mutluluk olduğunu söyleyip, o mutluluğun küçücük bir ışığını gördüğünde korkudan gözlerini sımsıkı kapayarak o ihtimalden koşarcasına kaçarken etrafındaki yoz yüreklere çarparak hem kalbini hem de ruhunu yaralayıp kendini acılar içinde bırakan insandır.

Mutsuz insan;
-Yaşanıp bitmişliği ile hiç bir riski olmayan geçmiş güzel günlerin özeti ile yarım yamalak bir mutluluk yanılsamasına razı olarak kaypakça kendini avutup sürekli geçmişte yaşayan insandır.

Mutsuz insan;
-Kalbi ile onu seven kalp arasındaki mesafeleri kaldırmak yerine her ikisi arasına keşkelerden bir duvar ören insandır.

Mutsuz insan;
-Yarını görüp göremeyeceğini bilmediği halde yarınların olası zorluklarından korkup "mış gibi" yaparak sadece ve sadece kendini kandıran insandır.

Mutsuz insan;
-Aynaya her baktığında kendini olduğu gibi değil hayal ettiği gibi gören insandır.

Mutsuz insan;
- Kendini seven kalp " hayatım da bir çok eksik var ve sanırım ben var oldukça hep bir veya daha fazla eksiğim  var olacak" dediğinde,
" İnsan olanın eksikleri hep olmuştur ve olacaktır, hangimiz her şeyi ile tamam ki. Her şeyi ile eksiksiz olsa insan ne farkı kalır eksiksiz olmasına rağmen yapayalnız olan Tanrı dan" diyerek kadere meydan okuyacak cesareti olmayan insandır.

METEHAN_DERİNDENİZ / ŞUBAT 2012

17 Şubat 2012 Cuma

AŞK ZEHİRLİ BİR SARMAŞIK TOHUMUDUR

AŞK; zehirli bir sarmaşık tohumudur.
Sıkıca tutunarak dört mevsim esen sevda rüzgarlarının kanatlarına,
karışır gizlice, kendi halinde yaşayan insanlar arasına...
İçine ekileceği savunmasız yürekler arar sinsice. Arar yılmadan yorulmadan.
Bulur eninde sonunda doğru kişiyi, Tanrı vergisi yeteneği ile yanılmadan.
Umulmadık bir anda girer sırça köşkün kapısından,
Kuruluverir baş köşeye o yüreğin sahibinden izin alma gereği duymadan.
Ve beklemeye başlar,
yakıp küle döndüreceği aşığın sevgiliyi ilk kez gördüğü o kutlu anı.
Bekler kendini çimlendirerek vuslata erdirecek güneş olan o gözlerin ışığını.

GÖZLER; inci tanesidir.
Yaşar kendi halinde,
hayat denizinin derin sularındaki istiridyenin içinde.
Yaşar,
ta ki gözü kara aşık o derin sulara dalarak onu bulup çıkarana kadar.
O gözler ki,
gökyüzünün en uzak köşesindeki yıldızdır her biri.
O gözler ki,
belli belirsiz parlar,
aşığın karanlık gecesinin sabahına o güne kadar doğmuş en güzel,
en parlak, en yakıcı güneş olup doğana kadar.

Zaman gelip saatler vuslata erdimi,
gözler süzülerek sessiz sedasız girer aşığın sırça köşkünden içeri,
ve ısıtmaya başlar zehirli sarmaşık tohumu olan aşkın yürekte ekildiği yeri.
Şimdi o gözler ne yıldızdır ne de inci tanesi.
Şimdi o gözler İsrafil'in üfürdüğü SUR'dur, aşığın içindeki kıyameti başlatan.
Şimdi o gözler intahar bombacısıdır,
hem kendini hemde aşığı yok edecek o zehirli tohumun kabuğunu patlatan.
Bu zehirli tohumun dikenli kökünü çıkararak kabuğundan,
yumuşacık yüreğe sapladığı o ilk andan sonra,
yürek artık yürek değil, hiç durmadan kanayan bir yara,
o yarar ile yaşamaya başlayan ise ya MECNUN'dur ya da LEYLA!
Adı ne olursa olsun,
aşk sarmaşığının zehri yürekte başladı mı dolu dizgin ilerlemeye,
esareti altına alır her şeyi başlar kendi hükmünü sürmeye.
Baştan aşağı değiştirir aşığın vücut kimyasını,
kurutur çöle döndürür yemyeşil dünyasını.
İkliminde bilinen hiç bir kural, hiç bir kaide işlemez,
yerle bir eder kurulu düzeni, hatır gönül dinlemez.
Artık aşığın aklı mağlup olmuş, aşkın eline geçmiştir bütün dizginleri.
Bu yüzdendir görenlerin aşığı deli divane zannetmeleri.
Bu yüzdendir kalbinin peşinde çöllere düşen KAYS'a "MECNUN" demeleri.
O artık bildiğimiz tanıdığımız kişi değil başka bir alemin varlığıdır.
Küçücük kalbinde taşıdığı, dünyanın yükü paylaşılamyan en büyük ağırlığıdır.
Günden güne sardığı için bu zehirli sarmaşık aşığın her yerini,
Görmez olur koca alemde sevgiliden başka hiç bir şeyi.
Gördüğü her şey sevgilinin yüzü olur, duyduğu her ses sevgilinin sesi.
Yaşayamaz, nefes alamaz sevgilinin olmadığı yerde.
Bu yüzden Mısır'ın altın kubbeli saraylarında günden güne solan ZÜLEYHA,
filizlenerek yeniden hayat bulur, YUSUF'un küflü, güneş girmeyen zindanında.
Aşığın yürüdüğü her yol sevgilinin yolu,
dokunduğu her şey sevgilinin bir uzvudur.
Bu yüzdendir FERHAT'ın dağlara bunca meyli,
bu yüzdendir imkansızla akıllara durgunluk veren cengi.
Çünkü aştığı her dağ ŞİRİN'in zülfünün bir teli,
o dağlarda çağlayan köpüklü sular ise o güzeller
güzelinin bembeyaz elleridir.
Gel gör ki,
KEREM, merhem sanırken zehirli sarmaşığı, içine düştüğü aşkın narına,
şarmaşık çoktan sömürmeye başlamıştır,
onun sınırsız hoşgörü ve sevgisini önüne geçilmez bir aç gözlülük ve hırsla.
ASLI, umutsuzca çırpınırken paramparça olacağını bilmeden eninde sonunda,
sarmaşık gününü gün etmektedir onun kalp otağında.

Son bulur nihayet bir bakışla başlayan bu büyük istila,
sarmaşığın aşığın vücudunda ulaşmadığı yer,
zehrini bulaştırmadığı hücre kalmayınca.
Şimdi kupkuru bir ağaçtır aşıktan geriye kalan,
viran dallarına baykuşlar konan.
Şimdi iki yüreğin külleridir aşktan geriye kalan,
bir mum gibi ağır ağır yanarak eriyip, kendi ateşi ile yok olan.
Şimdi bir masaldır tüm yaşananlar,
hayranlıkla anlatılarak, dilden dile nesillerce dolaşan.

Velhasılı kelam;
yaşıyor yüreğine gizlice ekilen bu zehirli tohumla her insan,
kendi güneşini görene kadar varlığından haberdar olmadan.
Farkına varınca da iş işi çoktan geçmiş oluyor, kaçamıyor o zehrin gazabından.

Şimdi; bu yazıyı okuyupda hala varsa içinizde
"olur mu canım aşk güzel şeydir" diyen, kendi bilir...!
Söylemedi demeyin; ne zaman çimleneceği belli olmayan
bu "ZEHİRLİ SARMAŞIK TOHUMU"
Tanrının yarattığı her yürekte ekilidir...
 
metehan_derindeniz / aralık 2011
 

3 Şubat 2012 Cuma



Hak edenle etmeyeni koydun mu aynı yere,
Beş para etmezlerin hoyratlıklarına maruz kalarak
Kırılıp binlerce parçaya bölünüyorlarmış meğer kıymetli olanlar,
Kıymetlerinden zerre kadar bir şey kaybetmeseler bile.
O işe yaramazlar sırf benim hayatımdalar diye
Saberederek her bencilliklerine,
Beni sevip, bana değer verdikleri için beni yürekten sevenler
Sessizce üzülüyorlarmış meğer ben üzülmeyeyim diye..!
Ah ben ah...!
Tanrı şu aptal kafamı gövdemden ayırsa da
Cehenneminin orta yerinde cayır cayır yaksa
Ne arar ne sorarım sonsuza kadar öyle akılsız başı bir daha....

metehan_derindeniz / şubat 2012

2 Şubat 2012 Perşembe





NEYE DOKUNSAM SEN OLUYOR, NEYE BAKSAM SENSİN

Neye dokunsam sen oluyor, neye baksam sensin.
Gördüğüm her yüz senin yüzün, duyduğum her ses senin sesin oluyor.
Bazen, kurumuş bir gül olup ansızın düşüveriyorsun,
çoktan unutulmuş bir romanın sararmış sayfaları arasından.
Bazen de, sarmaş dolaş bir begonvil olup,
eflatun çiçeklerinle göz kırpıyorsun,
ağaç panjurlu eski evlerin güneşe sevdalı balkonlarından.
Bazen bir çift martı kanadı olup, masmavi gökyüzüne havalanıyorsun,
yüksek binaların kahverengi çatılarından.
Bazen de bir sokak kedisi olup, ansızın yere atlıyorsun,
yıkık dökük bahçe duvarından.
Bazen bölünüp milyonlarca parçaya,
geceleyin göz kırpıyorsun gökyüzünden,
bazen de ışıl ışıl yakamoz olup ağlara doluyorsun deniz üstünden.
Bazen rüzgar olup fersah fersah içime doluyorsun,
bazen de yağmur olup, saçaklardan yüreğime damlıyorsun.
Bazen bir ağaç gölgesisin ağustos sıcağında,
bazen de yapayalnız bir uçurtmasın,
takılıp kalmış aynı ağacın dallarına.
Bazen çiğ tanesisin, yeni açmış bir gülün kadife yaprağında.
Bazen de duru bir su damlasısın,
yol kenarındaki eski çeşmenin kararmış pirinç kurnasında.
Bazen üzerine adını yazdığım bir buğu oluyorsun penceremin camında,
bazende minicik gövdesiyle yuvasına ekmek kırıntısı taşıyan bir karıncasın,
aynı pencerenin pervazında.
Bazen çikolatalı dondurmasın,
küçük bir çocuğun sımsıkı tuttuğu külahında,
bazen de her ısırıkta ufalanarak yakasına dökülen bir kağıt helva...
Bazen bir ıslık oluyorsun dudaklarımda, bazen de bir sigara.
Bazen koyu yeşil şişedeki kırmızı şarabın doyumsuz tadındasın,
bazen de ince belli bardaktan içtiğim demli çayın son yudumunda.
Bazen mızrapsın, aşka sürgün bir tamburun kalp otağında,
bazende nefessin, ateşe pervane olmuş bir neyin yedi delikli sofasında.
Bazen NİZAMİ'nin kaleminden bir sayfasın,
bazen de SADİ'nin dudaklarından bir mısra.
Neye dokunsam sen oluyor, neye baksam sensin;
bazen karanlığın göğsüne saplanan kızıl bir şafaksın uzuak ufuklarda.
Bazen de kaçılmaz bir tuzaksın,
seher vakti ansızın çıkıp gelen yalnızlığa yenik düştüğüm akşamlarda.
Bazen çiçek yüklü bir baharsın, kuşanıp binbir rengini,
korkusuzca ölümün üzerine yürüyen.
Bazen de kılıcı keskin acımasız bir zemherisin
dört bir yanı bembeyaz kefene bürüyen.
Bazen yalnızlığımsın,
suskun kalıp sadece seni düşünmekten ölesiye keyif aldığım.
Bazen de en mutlu kalabalığımsın,
herkes beni yapayalnız sanırken,
doyasıya yaşadığım en güzel başbaşalığım.
Bazen abı hayatsın, içimden, yüreğimin ta derinlerinden
sessiz sedasız akan,
bazen de yekpare çelikten bir hançersin,
o yüreğe saplanıp öylece kalan.
Bazen, gönülden sımsıcak bir merhabasın,
bazen de göz yaşlarının yanaklardan gizlice süzüldüğü acı bir veda.
Neye dokunsam sen oluyor, neye baksam sensin;
farkında olsan da olmasan da...

metehan_derindeniz / eylül 2008




Yalnızlıktan korkan dostlarım diyor ki bana;
Bu gidişle yalnız öleceksin, cesaretini topla,
Kendine yalnızlığını paylaşacak birini ara...
Halbuki hiç biri bir kez olsun getirmiyor ki aklına,
Ömrünce kalabalıklarda yaşasan da,
Yapayalnız kalacak değilmisin eninde sonun da,
O kalabalıklar seni koyup da gidince mezara...?

.......metehan_derindeniz / 2010

31 Ocak 2012 Salı








                                         Hiç Göremediğim Sevdiklerimle Sohpetler-1

                                        "Benden geçti mi demek istiyorsun?
                                         Aç iki kolunu iki yana korkuluk ol."
  
                                         ........................................Rıfat Ilgaz

                                         "İçi boş bir korkuluk olmak tek çözümdür bazen,
                                         dolduramıyorsan hayatın içini olanca gayretine rağmen...!

                                         ............................ metehan_derindeniz...kasım 2011

18 Ocak 2012 Çarşamba


Ölmek;
Yaşam mücadelesini kaybetmek
ve
Yaşamak;
Zaten sonunda kaybedeceğin bir mücadeleye girmek değil mi?
ve
Susmak;
Kaybettiğini kabullenmenin bir başka hali değil mi?
O halde
Neden yorar kafasını şu insanların kimi ölümü
Kimi de hayatı anlamak için?
Yorarım kafamı bir türtürlü anlamam!


metehan_derindeniz.... ocak / 2012
 
 

 


KÜFÜRLÜ ŞİİR  (+18)

Hay aklıma şaşayım!
Ne gereksiz önemsemişim meğer şu boktan hayatı!
Ve ne boktan yaşamışım meğer
Önemseyerek kendini bi bok sananları!

Pişt, hayatımın boktan insanları,
Gözünüz aydın, bir müjdem var size,
Hayırlı olsun,
Sonunda terfi ettiniz kalbimden götüme.

Rahat olsun içiniz
Ananızın ak sütü gibi helaldir yeni yeriniz
Çünkü burayı siz
Kalbimi kıra kıra bizzat kendi emeğinizle hak ettiniz.

metehan_derindeniz
Ocak_2012

16 Ocak 2012 Pazartesi

DOĞRU ORAN

Ne tuhaf;
Hayatım kalabalıklaştıkça
Yalnızlığım daha da derinleşiyor
O kalabalıkla doğru oranda.

Ben o kalabalıkları oldukları gibi kabullenip
Anlamaya çalıştıkça, içlerinden biri bile,
Beni anlamaya çalışmak yerine
Koşulsuz doğru olduğuna inandıkları gerçekleri ile
Derinleşen mesafeler koyuyorlar araya git gide.

metehan_derindeniz ocak 2012

14 Ocak 2012 Cumartesi

Gelen mevsim bazen,
Daha soğuk, daha dondurucu olabilir,
Giden mevsimden.
Üstelik hayat keyifli de geçmiyor olabilir,
Ya da baştan aşağı eziyete dönüşebilir bile bazen.
Hatta
Baştan aşağı buz tutarak donmuş olabilir yüreğin
Dışarıya tek bir tane kar dahi düşmüyorken.

İşte bu zamanlarda, neden böyle acaba diye,
Sebebini sormak yerine,
Buna da şükür diyecekmişiz,
Daha beterini görmektense
Çünkü Tanrı,
Halimize acıyarak merhamet de edebilirmiş,
Düşürebilirmiş de bizi daha beter bir hale,
Şükretmediniz diye!

Bazen böyle hallerde,
Mızmızlanıp kendi kendime söylendiğimde
Ne biçim konuşuyorsun tövbe de,
Günaha giriyorsun deyip soruyorlar,
Hiç Allah korkusu yok mu sen de?
Beni bilen bilir,
Ne inanırım körü körüne ilim ve aklın olmaz dediğine,
Akılla inancın sonu gelmez mücadelesinden korkup
Kolayı seçen zavallı bir ateistim ne de.
Cehennem korkusuyla saklayarak düşündüklerini zihninde
Tanrıya temelinde korku olan sahte bir hürmet göstermektense
Sırtımı verip O’nun “Hiç düşünmez misiniz” diyen sözlerine
Düşündüklerini korkmadan söyleyen biriyim sadece.

Sırf düşündüklerimi söylüyorum diye
Yakacaksa Tanrı beni cehennemin kor ateşinde
Düşündüklerini söyleyenleri diri diri yakan engizisyon ve
Düşüncesi yüzünden insanları çürütenler hapislerde
Tanrının izinden giden dosdoğru kişiler demek ki,
Demek ki yanlış ben ve benim gibi düşünenlerde.

Yok, öyle değilse, aklımdakini söylüyorum işte,
O Tanrı ki, her şeyin tek ve mutlak sahibi,
Güç onundur ki kımıldayamaz bir mikron bile
O’nun iradesi ve izni olmadan hiçbir zerre
Beni neden hesaba çeker ahrette,
Benmişim gibi,
Zerre günahın olmadığı cennette
Yasak meyvenin ağacını yaratıp,
“Yiyip için ama sakına şu ağaca yaklaşmayın” diyerek
Günahı perçinleyen zihinlere?

Benmişim gibi,
“Kıyamet günü Allah katında insanların en kötüsü,
Fenalığından korkularak kendine hürmet edilen kimsedir.”
Diyen bir peygamberi insanlara rehber olarak gönderen?
Sonra da insanları cehennemin sonsuz ateşiyle tehdit ederek,
Onlardan saygı, sevgi ve itaat isteyen.

Benmişim gibi,
Adaletsizliğin saltanat tahtına oturmasına sessiz kalan
Benmişim gibi,
Haksızlığın da adaletsizliğe vezirlik yapmasına seyirci olan
Benmiyim, akıtılan bunca kana göz yuman.
Ben mi veriyorum gücü şerefsizlere
Güçsüz olanlara eziyet edip onları sömürsünler diye.

Tamam, Tanrı özünde iyi biri aslında,
Tamam, herkesin bir iradesi bir nefsi var,
Aslında kötü ve suçlu olan insan ama
Aklınız aşkına,
Hiç mi pay sahibi değil insanın işlediği günahtan,
O günahı yaratan?
Ben doğruyu da gösterdim eğriyi de, gerisi size kalmış demek,
Kurtarıyor mu vicdanı çektiği azaptan?
Yani, “Ben yaptım ama kullanılmasına karşıyım” demek
Kurtarıyor mu, atom bombasını yapan mucidi,
Eşi benzeri görülmemiş bir katliamın sorumluluğundan?

metehan_derindeniz / Ocak 2012

12 Ocak 2012 Perşembe

 

Susma hakkım var mı bilmiyorum Tanrım ama,
Sussam mesela,
Sussam ve seninle hiç konuşmasam bir daha,
Affedilmeyen bir günahkar olurmuyum acaba?
İbret-i alem için beni olduğumdan daha mutsuz eder misin
Şu bir türlü sevemediğim saçma sapan dünyada?
Ve bi gün öldüğümde,
Cehennemine koyup alev alev yakarmısın
Herşeye seyirci kalışına bir türlü anlam veremeyen şu biçare aklımı da?
 
metehan_derindeniz / 2011
 
 

11 Ocak 2012 Çarşamba


Anladım ki bir insan ömrünce,
İnsanca var olmak için mücadele ettikçe
Evlerin, arabaların, makamın, mevkiin yerine,
Sayfa sayfa şiirin,
Karton kutularda duran bir sürü kitabın
Sahibi olabiliyor sadece.
Ve kırkına gelirken
Yüzü kirli paslı bir sokak kedisini görüp de
Sevmek için peşinden koşmak gibi çocuklukları oluyor hâlâ
Kucağına alıp seveceği çocukları yerine.

metehan_derindeniz / ocak 2012

2 Ocak 2012 Pazartesi

Kendi Halinde

Hayatım akıp giderken kendi halinde,
Bir gün kapımın zili çalındı birden bire,
Açıverdim kapıyı öylece,
Seslenmeden " kim o!" diye
Baktım ki bir yalnızlık, yapayalnız  dikiliyor kapımın eşiğinde.
Buyur etmeden giriverdi öylece içeriye.
O günden beri birlikte yaşıyoruz,
Ne o tam bir yalnızlık artık
Ne de ben tam anlamıyla birlikteyim yalnızlık denen o biriyle.

metehan_derindeniz 02.01.2012